koreyiyan ji me baştir strana malan barkir fehm kiriye…


malan barkir lê lê… çûne waran lê….

straneka devera dêrsim û xarpêtê ye. dibêjin ku li ser komkujiya kurdên elewî hatiye gotin. lê dibe ku ji vê berê jî ji aliyên kurmancên (sunnî û elewî) li devera çemişgezek û pertagê dihatiye gotin.

heta niha min ew bi dengê stranbêj û komên cûda bihist. hinek ji wan pir xweş in. minak; fuat saka, tara jaff, bremin dayanışma korosu…

û herî dawî ji aliyê komeka koreya başûr ew bi zimanê kurdî û koreyî hat çêkirin. wan enstrûmana koreyê/çînê ya kevneşopî, guzheng bikar aniye. nêzî 8 sal in ez li koreya başûr dijim. min dengê wê enstrûmanê pir bihist lê zêde kêfa min jê nedihat. paş wê stranê fikrê min gûherî.

li wir gûhdar bike: https://www.youtube.com/watch?v=sXM0NssajXc&feature=emb_title

jjj studio komeka muzikê ya koreya başûr e. endamên wê komê pirrengî ne. minak ewê stranê dibêje o.m. sejin. bavê xwe koreyî, diya xwe malezyayî ye. û ednamê dî, zeo yungmî jî melez e. diya xwe koreyî, bavê xwe amerîkayî ye.
klîba wan jî pir xweş bûye. ji dimenên şêra navbera koreyê û şêreşa rojava klîbek çêkirine. bi rastî koreyiyan maneya stranê ji me baştir fehm kiriye. apocî û halklarên xwe carna bi wê stranê govendê digirin. mirov ecêbmayî dimine.

만날 수 있을까 그리운 사람
불러도 불러도 대답 없어
닿을 수 있을까 철책 너머에

하나의 몸이던 우리의 땅이
반으로 반으로 나뉘었어
미움이 미움이 생겨났어

malan barkir lê lê çûne waran lê
dînê lê dînê lê dînara min
goştê me xwar lê lê mişk û maran lê
keçê lê rîndê lê bermaliya min

qulinga mem ararat û fîlma lila


bila wa li vir bisekine.

û

paşê çend peyv li vir binivîse.

dengê mem ararat. ecêb e, right?

min ew fîlma bê strana mem jî temaşa kir. lê kemasiyek hebû.

Kapı Birden Vuruldu (Kitap & Kısa Film )


Etgar Keret’in aynı isimli öyküsünden uyarlanmış bir kısa film.

Kapı Birden Vuruldu, Cinorek’te Mart 2016 okumalarından birisiydi (Öteki okumalar burada). Bu bir öykü kitabı. Kapı Birden Vuruldu da kitaptaki ilk öykünün ismi aynı zamanda.

Çoğunu Seul metrosunda okuduğum bir kitap. Her metroya binişe bir kısa Etgar Keret öyküsü…

Kitapta en hoşuma giden öyküler:

^ Sağlıklı Başlangıç (Page: 33). En güzeli. Bir kafeye gidip oturuyorsun. Ve randevuya gelen herhangi bir kişinin karşısına oturup o kişinin beklediği kişi rolünü oynuyorsun… Çoğu zaman bir iş görüşmesi, bazen bir kiralık katil…

^ Ceplerimde Neler Var (Page: 99). En güzeline yakın bir yerler…

^ Ekip Çalışması (Page: 39). Babam onu öldürsün istiyorum. Veya dur öldürmesin ama ağzını burnunu kırsın en azından.

^ Fermuarı Açmak (Page: 61). Kore’deki Mehmed Abi üzerine bir öykü yazmaya başladığında bu öyküyü tekrar gözden geçirmeli.

^ Sümük (Page: 77). Babamla Akupunturcuda…

^Bir Renk Seç (Page: 89). “Siyah bir adam beyazların oturduğu bir mahalleye taşındı….”

^ Sınıf Atlama (Page: 177). Çok konuşuyorum.

^ Süpriz Parti (187). Bunun gibi bir şey denesek mi. Mesela facebook arkadaş listemizi önümüze alıp rastgele 10 kişi seçmesini istesek ve bu 10 kişiyi bir partiye davet etsek. Veya bunu biz değil de bir yakınımız, abimiz mesela, yapsa. Ve 10 kişi bir araya gelse aralarında nasıl bir ilişki olur. Benim Facebook hesabım mesela onlarca farklı ülkeden insanlar var…. neyse öykü öyle bir şeylere ilham….

Okuma Tarihi: Mart 2016

Arka Plan Müziği: Metrodan gelen tuhaf sesler, insan ve metal gürültüler…

 

Bu Gezegen İçin Yaratılmadık/Kısa Film/Animasyon/Arayış


Colin West McDonald’in Paul Hornschemeier‘ın aynı isimli çizgi-romanından uyarladığı bu kısa film; yaratıcısını arayan bir robotun hikayesini anlatıyor. İnsanoğlunun hikayesi bir bakıma. 

Bir arayış içerisinde hicret etmek ne güzel bir haldir, veya ne korkunç bir durumdur. Halikinle her an hasbihal içerisindesindir. Peki ya yaratıcını bulmada şüpheye düşersen…

Sonrası uçurum;

we_were_not_made

Ceplerimde Neler Var?


Bir çakmak, öksürük için pastil, bir posta pulu, hafif bükük bir sigara, kürdan, mendil, tükenmez kalem, iki adet beş şekellik madeni para…

Eğer harikulade bir kız sana -aslında harikulade güzellikte olması bile gerekmez, soluk kesen büyüleyici bir gülümsemeye sahip sıradan görünümlü bir kız da olabilir- sana bir posta pulun olup olmadığını sorarsa, hatta sormasına bile gerek yok, yağmurlu bir günde…

Artık biliyorsunuz. Ceplerimde bu var. Çuvallamama fırsatı. Küçük bir şans. Büyük değil, olası bile değil. Bunu biliyorum, aptal değil. Minicik bir şans, diyelim. Mutluluk kapımı çaldığında ona, “Üzgünüm, sigaram /kürdanım/meşrubat otomatı için bozukluğum yok,” yerine, “Evet,” diyebilmek için minicik bir şans. İşte bu var ceplerimde; bununla şişip kabarıyorlar, evet diyebilmek ve sonra pişman olmamak için ufacık bir şansla.

Kapı Birden Vuruldu, Etgar Keret

Film; Etgar Keret’in öyküsünden Goran Dukic’in uyarlaması

Hikikomori Olmak Veya Defolun Hayatımdan


tumblr_mjnej4qZ3o1s8w7p6o10_r1_500 Japonya ve Kore gibi ülkelerde yaygın olan bir yaşam biçimine verilen isim. Bir hikikomori sosyal hayattan soyutlanıp odasına kapanır. İnsanlar ile konuşmaz. Televizyon, internet, video oyunları ve uyumak ile tüm vaktini geçirir. Mümkün olduğunca odasından çıkmaz.

Seyahatya.com’da Hikikomori’nin çok iyi konu edildiği bir filmden bahsettik. Şuradan bakabilirsiniz.

Persepolis (2007) – Marjane Satrapi


Çoğu forma ‘en sevdiğim film’ diye adını not düştüğüm film. Burada kendisinden hiç bahsetmemişim. Şimdi nasıl bahsetsem ki bilemedim.  Bence şöyle bir paragraf tanıtım geçeyim, sonra gidip filmi bir daha izleyelim. Filmin tamamına youtube’dan ulaşabilirsiniz. link vereceğim ama muhtemelen kısa bir süre sonra o link kırılmış olacak. Çünkü Persepolis filminin dağıtımını yapan firma epey bir hassas, gözlerinden kaçmaz.

Persepolis;

İran devrimi zamanında küçük bir kızın başından geçen olayların küçük kızın gözünden anlatıldığı harika bir animasyon. Resimlemesini Marjane Satrapi’nin yaptığı bu film bir benzeri yapıl(a)mayacak bir eserdir. Şu anki İran rejimi yıkılsa bile aynı lezzetle izlenmeye devam edilecektiir. Fimden aklımda kalan en güzel ses; küçük Marjan’ın Fransızca ‘Abalu Şah! Abalu Şah.!’ haykırışlarıydı. Doğru yazdım mı bilmiyorum ama hafızama kazılan ses oydu. Abalu!…

Filmin tamamı İngilizce alt yazısıyla şu adreste duruyordu:

http://www.youtube.com/watch?v=af0_JEKUEh4

Bu filmin aynı zamanda bir kitabı var. Aslında şöyle demeliydim, bu kitabın aynı zamanda bir de filmi çekildi. Ama kendim daha kitabını okumadığım için kaynattım. Her neyse filmden şöyle bir sahneyle burada bitireyim yazıyı.

persepolis

Tabutta Rövaşata (1996) – Derviş Zaim


Tuncel Kurtiz gitmiş. Reis ölmüş.

Aylar hatta yıllar önce en sevdiğim film hakkında böyle bir blog girdisi hazırlamaya çalışmıştım. Ama istediğim gibi olmadı diye taslak olarak bırakmıştım. Madem usta gitti, onu anmamıza vesile olsun.602905_10151368027313545_1729354689_n

”Ama arkadaşlar iyidir.’

http://fizy.com/s/1aipbp ”Kulaklarınıza soğuklar dolsun.”

Tabutta Rövaşata (1996)

Ahmet Uğurlu‘nun harika oyunculuğuyla, Mahsun’un saflığına gömülüp kalıyorsunuz. Ayşen Aydemir’in ise bakışları sizi içine içine çekiyor. Kendisininbu film çekildikten 3 yıl sonra kanserden öldüğünü öğrendiğimde baya bir üzüldüğüm de bir gerçek.

Şarkılar da, Baba Zula ve Yansımalar ’ dan geliyor.

tumblr_mn1vn9DsiK1qkwfhyo1_1280

“Rumelihisarı civarında yaşayan evsiz Mahsun’un gerçek ve ibret verici hikayesini anlatıyor.”

tumblr_mn1vn9DsiK1qkwfhyo3_r1_1280

– Araba mı çaldın lan yine?
+ Hı hı..
– İyi bok yedin.
+ Soğuktu..

tumblr_mn1vn9DsiK1qkwfhyo4_1280

“Soğuk olan hava değil  Mahsun. İnsanlar soğuk. Hayat çok soğuk. Keşke bu kadar soğuk olmasaydı da dünya, sen de bu kadar üşümeseydin…” diye bağıracak oluyorum arkasından. ama Reis’in sözleri geliyor aklıma bir anda;
“Çok değil, bir iki aya kadar da kış biter zaten. İdare et. Üşümezsin.”

tumblr_mn1vn9DsiK1qkwfhyo5_1280

tumblr_mn1vn9DsiK1qkwfhyo6_1280

”Yalnız seni alabildim..
Seni, diğerlerinden ayırdığım için özür dilerim..
Ama izin vermiyorlar;
Artık hiçbir şeye izin vermiyorlar.”

tumblr_mn1vn9DsiK1qkwfhyo7_1280

tumblr_mn1vn9DsiK1qkwfhyo8_1280

tumblr_mn1vn9DsiK1qkwfhyo9_1280

Çıkma ekmek, tavus kuşu, rakı ve şarap şişeleri, uyuşturucu, soğuk, en çok da, Tuncel Kurtiz’in çayına attığı 6 şeker.

Mene ‘xanım’ deme, adım Gülçehre’dir….


1965 Azeri yapımı ‘Arşın Mal Alan‘ filminden bir sahne:

Arşın Mal Alan aslında Üzeyir Hacıbeyov’un aynı isimle yazdığı bir operattır.  Azeriler için çok kıymetlidir.

Bize düşen de  bu kıymetli eserin bir küçük buklesi….
twitter.com/cinorek

Welcome to Dongmakgol (2005)


İyiden iyiye Kore havalarına girelim mi. Buyurun biraz da film konuşalım. Bugünkü filmimiz;

Dongmakgol’a Hoşgeldiniz (2005) 1375785823846 Kore sinemasının önemli bir kısmı Güney-Kuzey savaşından bahseder. Bu konu hakkında çok önemli filmler çekilmiş. Bu film de o dönemden bahseden en güzel filmlerden birisidir. Gösterime girdiği zaman izlenme rekorları kırmış. İzledikten sonra Koreli sinemaseverlerin doğru filmleri ödüllendirdiğini anladım….

Filmin hikayesi kısaca şöyle; savaş esnasında önce Kuzey Kore ordusundan 3 askerin, sonrasında Güney ordusundan 2 askerin dünyadan soyutlanmış inzivayi bir dağ köyüne rast gelmesiyle gelişir. Ayrıca askerlerden önce bir Amerikan uçağı da düşmüştür köye, ve uçağın Amerikan pilotu da vardır hikayede…

Köy sakinleri tamamen dünyadan soyutlanmış oldukları için silahı, savaşı bilememektedirler. Köylülerin askerlere ve silahlara verdiği tepkiler çok ilginçtir. Biraz komik, bunun yanında çok etkileyicidir. Askerlerin köyün ortasında kavgaya tutuşmasına anlam verememeleri inanılmaz harika bir şekilde tasvir edilmiş.

Etkileyici hikayesinin yanında bu film aynı zamanda harika bir görsel şölendir. Filmin bazı kısımlarında animasyon film izlediğinizi zannedersiniz.

Filmin hikayesini daha fazla anlatmayayım. Bu sadece temasıydı. Anlatılamayan öyle şeyler varki izlediğinizde muhakkak hak vereceksiniz… Şunu söyleyeyim bir film savaştan bahsedecekse bunu Holywood filmlerinin yaptığı gibi askerin silahını alıp, parmağını tetiğe götürüp ateş etmesiyle değil bunu hissettirerek bahsetmelidir.

Savaş konulu bir filmde bayrak mayrak da olmamalı. Savaş filmi yapıyoruz diye bayrak propagandası yapan Holywood filmlerine (hatta Türk filmlerine de) şuradan bir iğrenç hareket çakayım da rahatlayayım…

Bu filmi izleyince, iki kardeşin saçma bir şekilde savaşmasına içi yanıyor insanın. İki kardeş kavga ederken dışarıdan birilerinin gelip bir kardeşi tutup, sonra başka birilerinin de gelip diğer kardeşi tutup kavgalarını pekiştirmesi insanı çıldırtıyor. Bu durum sadece Kore’de olmadı, olmuyor. Bakın, yarın büyük Amerika Suriye’deki kardeş kavgasında kendine bir taraf seçip ötekisini vuracak. Sonra bir diğeri gelip ötekini tutacak. Ve kavga edenler kardeş olduklarını hatırlamaya vakit bulamayacaklar. Bulduklarında da çok geç olacak.

—-

Bir de ekşisözlük’e baktım neler yazılmış hakkında diye. Şöyle bir entry girilmiş ki film hakkında çok güzel bir eleştri yazısıdır. Üzerine fazla bir söz söylemek gerekmez; (yazan; mai hasegawa)

”film eleştirmeni değilim, film kültürüm de pek yoktur ama, bir iki satır değinilirse, kuzey – güney ayrımının manasızlığını gösteren bir yapım. alın bunu istediğiniz coğrafyaya istediğiniz topluma uyarlayın. kore, kuzey koreliler ve güney koreliler olarak bölünmüştür peki dongmakgollular nerelidirler? yine bu ütopik köy toplumu hem kuzeyliler hem de güneylilerin ayrılması ile yokolmaktan kurtulmuştur. ve bu “dışarıdan gelenlerin” uyum sağlamasındaki en büyük araç olan “köyün delisi” toplumda hayatta kalmayı başaramayn tek kişi olmuştur.

ayrıca doğu asya sinemasının en güzel yapımları kore’den çıkıyor nedense, batı gibi maddeci değil, fantastik kurgu filmleri dahi iliklerine kadar materyalisttir hollywood ve avrupa filmlerinin. olanı olduğu gibi verirler, gördükleriniz yaşanmışın dış dünyadaki yansımasının bire bir kopyasıdır; olağanüstülükler dahi ya gerçekten yaşanmıştır ya da karakterler tarafından rüyamsı bir tarzda algılanagelmiştir. halbuki örneğin bu filmde, yaban domuzunun bulunduğu sahnede ne fiziki alemde olanları ne de bir rüyayı izliyoruz; yiyecek deposunun havaya uçtuğu sahnede ve yağmurun yağdığı kısımlarda filmin maddi gidişatı açısından pek öneme sahip olmayan ama manevi boyutta kilit önem taşıyan karelerle karşılaşıyoruz.

bir karşılaştırma yapmak gerekirse zaman olarak domuzun yakalanışı da köyde kurtarma ekibinin bertaraf edilmesi de aynı süreyi tutar. fakat; bir amerikan veya avrupa yapımında domuz sahnesinde hareketler son derece hızlı olurdu, domuzdan kaçış, yakalanışı ve öldürülmesi, hepsini bir dakikada izlerdik. gerçekten de fiziki evrende birebir bu şekilde gerçekleşirdi olaylar.

yine aynı yapımda köye gelen düşmanın beratarafı ise daha uzun sürecekti. her karakter için ayrı ayrı ölümden kaçış ve düşmanı egale ediş sahneleri görürdük. ve daha da önemlisi, köyün delisinin vurulduğunu ağır çekimde ve son derece acıklı bir müzik eşliğinde görme fırsatımız olacaktı.

oysa bu kore (doğu) filminde ise domuz sahnesi son derece uzun tutulmuş. bir domuzdan kaçış gibi 5 silahlı askere karşı mücade ile kıyaslanamayacak derecede önemsiz görünen bir olay, on dakikaya yayılmış. bu manevi boyutta gerçekçidir, peşinizden gelen ölümcül bir yaban domuzundan kaçtığınız an, sizin için ömrünüzün en uzun saniyeleri olacaktır… o domuz size gelirken ayakta beklemek, devirmek için halatı gereceğiniz anı beklemek…

silahlı çatışma ise olur ve biter. anlıktır, ani karar alırsınız, ani hareket edersiniz. arkadaşınızın, silahdaşınızın ne yaptığını ancak göz ucuyla görebilirsiniz. ve elbette o halet içerisinde iken bir kızın vuruluşunu farketmeyeceksinizdir.

batı için bir elma yuvarlak ve kırmızıdır, doğu için ise sulu ve tatlı.

sosyal mesaj: bizim bir millet olarak tam olarak batılı olamayışımızın sebebi de bu olsa gerek.

korelilerin yarısının soyadı park kalan yarısı da lee anlaşılan, parklı bir yönetmenden hayatım boyunca kolay kolay unutamayacağım bir film izlemiş oldum. diğeri için: 
(bkz: saibogujiman kwenchana) ”

twitter.com/cinorek

—————

Not: Bundan sonraki yazılarımın mail olarak gelmesi için sitenin sağ üst köşesindeki kutucuğa mailinizi yazıp gelen maili onaylamanız gerekmektedir. Güney Kore notlarım için:

G. Kore Gezi Kitabım

Barfi! (2012) – Anurag Basu


Ben de Barfi gibi susacağım. Bu film hakkında cümle kurmayacağım.

Kelimelere gerek yokmuş. 151 dk. Cümle kurmadan bir destan anlattı Barfi. Biz de susarak çok şey anlatabiliriz.

En azından şunu anlatabiliriz: Aşkın Dile İhtiyacı Yoktur.

——-

 

 

Festivalden Notlar… La Cinqueme Saison (2012)


La-Cinquième-Saison-Peter-Brosens-et-Jessica-Woodworth

Bu sene gerek iş ve gerekse okul yoğunluğumdan dolayı festivale istediğim zamanı ayıramıyorum.  Artık işten ve okuldan ne kadar kaçamak yapabilirsem onunla yetineceğim… Dün okul günümdü. Festival programı yapmamıştım. Ancak bir vakit ikramiyesi kazandım. Derslerim erken bitti. Okulumun Taksim’de olması nimetiyle beraber gereğinin şükrünü eda etmek üzere İstiklal’deki iki festival sinemasına gittim; Atlas Sineması ve Beyoğlu Sineması…

Atlas Sinemasının önünde uzunca bir kuyruk vardı. Güzel bir film kokusu geldi oradan. Oraya geçtim. 25 dakika kuyrukta bekledim. Bir merdiven bileti alabilmeyi başarıp salona girdiğimde tam da filmin saati gelmişti. Şansa bir hanım abla yanındaki boş koltuğa davet edince. Salonun en güzel yerine de yerleşmiş oldum. Ve filmimiz başladı. Bir adam Fred isimli horozunu masaya koymuş ötmediği için ona öfkeleniyordu..

Venezia-2012-La-Cinquième-Saison-trailer-poster-e-immagini-3

Filmin bir yerinde aynı adam pes edip horozunun kafasını uçuruyordu. Beynel parantez şunu da söyleyeyim bana göre orası filmin finaliydi. 

Filmin sinopsisi şöyleydi:

”Küçük bir Fransız köyü gizemli bir afetin etkisi altında kalır ve köye bu yıl bahar gelmez. Belli ki doğanın döngüsü sekteye uğramıştır. Kışın bitişinin kutlandığı yıllık şenlik ateşi alev almayınca tohumlar büyümemeye, inekler süt vermemeye başlar; köyü panik ve husumet sarar. Doğa dizginleri ele alıp insanoğlunu cezalandırmaya karar verdiğinde, Ardennes ormanı derinliklerindeki kasabanın üç çocuğu Alice, Thomas ve Octave olan biten karşısında hayatta kalmaya çalışacaktır. Khadak ve Altiplano´nun yaratıcıları Peter Brosens ve Jessica Woodworth´un tüyler ürpertici kıyamet hikâyesinin ilk gösterimleri Venedik ve Toronto film festivallerinde yapıldı.”

Ama bence sinopsisteki yazıya takılıp kalmayın oradakinden çok daha fazlası var filmde:

Böylece bu seneki festivalin açılışını Beşinci Mevsim (La Cinqueme Saison) filmi ile yapmış oldum. Harika bir açılış oldu… Müthiş görsel doyumluluğu ile bu film galiba olmuş….Filmin yönetmenleri iki karı koca. Film sonrası söyleşide sadece erkek olan vardı. Filmi kendi köylerinde çekmişler oyuncuların bazıları doğal köylüler imiş.

Şurada filmin trailerini de izleyebilirsiniz.:

Filmde bir hayli de mitolojik göndermeler vardı… Bilmem biraz Angelopoulos mu vardı acaba… Ona benzer bir leziz tat aldım…

twitter.com/cinorek

Clockwork Orange (1971) – Stanley Kubrick


‘Şiddete meyyalim vallahi dertten'(*)

Ne güzel de gitti bu film için.

A-Clockwork-Orange-5168_1

Bu filmde eksik bir şeyler var mı diye uzun bir zamandır düşünüyorum, ama kendimi ukala yapabileceğim bir tespite varamadım henüz.

Belki şunu biraz eleştirebilirim:

Filmde biraz ‘eden bulur’ mesajı mı var… Neyse filme kulp bulmaya çalışmayalım. Film dünya sinema tarihinin yapı taşlarından biridir.

Bir kaç tane de şöyle bukle verelim size tam olsun gayri:

# boktan bir dünya çünkü ne düzen var ne de yasa!

# boktan bir dünya çünkü gençler yaşlıları eziyor.

# iyilik seçilebilen bir şeydir. seçme yetisi olmayan birine insan denmemelidir.

#koyunlar, diyordum. gerçek bir lider hep bilir ne zaman altındakilere cömert olması gerektiğini…

#sihir değil, küçük alex. çalışma çağında olanlar için bir iş’cik; polis olmak….

#hastaneden yeni geldim, kurbanın ölmüş…

Bu arada Stanley Kubrick için şöyle bir filmography animasyonu yapılmış… Ben beğendim.. İzlemezsen hatırım kalır.:

http://vimeo.com/61240065

twitter.com/cinorek

——–

(*) Murat Menteş’in ikilemdeki şair Onur Ünlü için vaz ettiği deyiş….

Sokak Savaşa Karşı | Streets Against The War


Çok başarılı bir kısa animasyon. Paylaşmazsam dostların hatrı kalır…

4 Şehir / 294 Duvar / 2930 km Yol : Tek Animasyon
Türkiye’de sokaklar teröre ve savaşa karşı !

Marmoulak (2004) – Kamal Tabrizi


Marmoulak Filmi Üzerine

marmoulak5

İran sinemasını yakından bilirim. Bazı konularda çok kendini tekrar ettiğini düşünür ve bu konuda sıkıcı bulurum. Özellikle devrim sonrası İran sineması adeta bir gam tarlasıdır. Evet başta Majid Majidi gibi yönetmenler olmak üzere çok güzel çalışmalar çıkarmışlar ortaya. Ama artık hüznü biraz farklı işlemek lazım, diye düşünüyorum…

Marmoulak filminin başında dramatik fonda bir adamın (ki baş karakterdir bu) hapse girişi bana Majid Majidi tarzı bir şey izleyeceğimi anımsattı. Ama yanıldım. Bu, şimdiye kadar izlediğim İran filmleri içerisinde beni en çok etkileyen bir kaç filmden biri oldu. Hiç bitmesin istedim.

Hapisten bir molla kılığında firar edip sonrasında kendisini bir caminin imam-vaizi olarak bulan bir mahkumun hikayesidir. Yer yer hüzünlü yer yer komedidir.

Güzel bir film tavsiyesi…

Başrolde Majid Majidi’nin The Willow Tree filminde de oynayan Parviz Parastui var. Her iki filmde de çok başarılı bir oyunculuğu var Parastui’nin. Marmoulak’ta Kertenkele Rıza‘dır.

Filmden alınacak şu kısım güzel bir alıntı olabilir:

– cehennemde bile bana yer yoktur.

+ hayır, sevgili kardeşim. insanların sayısı kadarınca allah’a ulaşmanın yolları vardır.
– ne?
+ diyorum ki, insanların sayısı kadarınca allah’a ulaşmanın yolları vardır.
– bunun anlamı ne?
+ yani, allah kulunun yüzüne tüm kapıları kapatmaz. umutsuz olma.
– bağışla ama siz hocalar sürekli vaaz vermek zorunda mısınız?
+ hayır, tek vaaz veren biz değiliz. dinle! [bu kısım küçük prens adlı kitaptan okunur] insanlar, her şeyi marketlerden alır. ancak dost satan marketler olmadığından dost satın alamazlar ve yalnızlık çekerler. eğer bir dost istiyorsan, gönlümü al. sordu: “peki gönül almak nedir?” cevap verdi: “insanlarla yakınlaşmak demektir.” bu ise günümüzde tamamen unutulmuş bir şeydir. tekrar sordu: “bunu nasıl yapabilirim?” cevap verdi: “sabırlı olmalısın, hem de çok.”
– hadi ya! demek dünyanın her yerinde vaizler var.
+ evet, sevgili kardeşim, haklısın.

Ayrıca filmin sonunda çalan Azerice şarkı,Kuçelere Su Serpmişem bittiğinde çıkıp sokakta amaçsızca koşasınız gelir…