06 Eylül 2013
tarafından Alîbeg Şaqaqî
İyiden iyiye Kore havalarına girelim mi. Buyurun biraz da film konuşalım. Bugünkü filmimiz;
Dongmakgol’a Hoşgeldiniz (2005) Kore sinemasının önemli bir kısmı Güney-Kuzey savaşından bahseder. Bu konu hakkında çok önemli filmler çekilmiş. Bu film de o dönemden bahseden en güzel filmlerden birisidir. Gösterime girdiği zaman izlenme rekorları kırmış. İzledikten sonra Koreli sinemaseverlerin doğru filmleri ödüllendirdiğini anladım….
Filmin hikayesi kısaca şöyle; savaş esnasında önce Kuzey Kore ordusundan 3 askerin, sonrasında Güney ordusundan 2 askerin dünyadan soyutlanmış inzivayi bir dağ köyüne rast gelmesiyle gelişir. Ayrıca askerlerden önce bir Amerikan uçağı da düşmüştür köye, ve uçağın Amerikan pilotu da vardır hikayede…
Köy sakinleri tamamen dünyadan soyutlanmış oldukları için silahı, savaşı bilememektedirler. Köylülerin askerlere ve silahlara verdiği tepkiler çok ilginçtir. Biraz komik, bunun yanında çok etkileyicidir. Askerlerin köyün ortasında kavgaya tutuşmasına anlam verememeleri inanılmaz harika bir şekilde tasvir edilmiş.
Etkileyici hikayesinin yanında bu film aynı zamanda harika bir görsel şölendir. Filmin bazı kısımlarında animasyon film izlediğinizi zannedersiniz.
Filmin hikayesini daha fazla anlatmayayım. Bu sadece temasıydı. Anlatılamayan öyle şeyler varki izlediğinizde muhakkak hak vereceksiniz… Şunu söyleyeyim bir film savaştan bahsedecekse bunu Holywood filmlerinin yaptığı gibi askerin silahını alıp, parmağını tetiğe götürüp ateş etmesiyle değil bunu hissettirerek bahsetmelidir.
Savaş konulu bir filmde bayrak mayrak da olmamalı. Savaş filmi yapıyoruz diye bayrak propagandası yapan Holywood filmlerine (hatta Türk filmlerine de) şuradan bir iğrenç hareket çakayım da rahatlayayım…
Bu filmi izleyince, iki kardeşin saçma bir şekilde savaşmasına içi yanıyor insanın. İki kardeş kavga ederken dışarıdan birilerinin gelip bir kardeşi tutup, sonra başka birilerinin de gelip diğer kardeşi tutup kavgalarını pekiştirmesi insanı çıldırtıyor. Bu durum sadece Kore’de olmadı, olmuyor. Bakın, yarın büyük Amerika Suriye’deki kardeş kavgasında kendine bir taraf seçip ötekisini vuracak. Sonra bir diğeri gelip ötekini tutacak. Ve kavga edenler kardeş olduklarını hatırlamaya vakit bulamayacaklar. Bulduklarında da çok geç olacak.
—-
Bir de ekşisözlük’e baktım neler yazılmış hakkında diye. Şöyle bir entry girilmiş ki film hakkında çok güzel bir eleştri yazısıdır. Üzerine fazla bir söz söylemek gerekmez; (yazan; mai hasegawa)
”film eleştirmeni değilim, film kültürüm de pek yoktur ama, bir iki satır değinilirse, kuzey – güney ayrımının manasızlığını gösteren bir yapım. alın bunu istediğiniz coğrafyaya istediğiniz topluma uyarlayın. kore, kuzey koreliler ve güney koreliler olarak bölünmüştür peki dongmakgollular nerelidirler? yine bu ütopik köy toplumu hem kuzeyliler hem de güneylilerin ayrılması ile yokolmaktan kurtulmuştur. ve bu “dışarıdan gelenlerin” uyum sağlamasındaki en büyük araç olan “köyün delisi” toplumda hayatta kalmayı başaramayn tek kişi olmuştur.
ayrıca doğu asya sinemasının en güzel yapımları kore’den çıkıyor nedense, batı gibi maddeci değil, fantastik kurgu filmleri dahi iliklerine kadar materyalisttir hollywood ve avrupa filmlerinin. olanı olduğu gibi verirler, gördükleriniz yaşanmışın dış dünyadaki yansımasının bire bir kopyasıdır; olağanüstülükler dahi ya gerçekten yaşanmıştır ya da karakterler tarafından rüyamsı bir tarzda algılanagelmiştir. halbuki örneğin bu filmde, yaban domuzunun bulunduğu sahnede ne fiziki alemde olanları ne de bir rüyayı izliyoruz; yiyecek deposunun havaya uçtuğu sahnede ve yağmurun yağdığı kısımlarda filmin maddi gidişatı açısından pek öneme sahip olmayan ama manevi boyutta kilit önem taşıyan karelerle karşılaşıyoruz.
bir karşılaştırma yapmak gerekirse zaman olarak domuzun yakalanışı da köyde kurtarma ekibinin bertaraf edilmesi de aynı süreyi tutar. fakat; bir amerikan veya avrupa yapımında domuz sahnesinde hareketler son derece hızlı olurdu, domuzdan kaçış, yakalanışı ve öldürülmesi, hepsini bir dakikada izlerdik. gerçekten de fiziki evrende birebir bu şekilde gerçekleşirdi olaylar.
yine aynı yapımda köye gelen düşmanın beratarafı ise daha uzun sürecekti. her karakter için ayrı ayrı ölümden kaçış ve düşmanı egale ediş sahneleri görürdük. ve daha da önemlisi, köyün delisinin vurulduğunu ağır çekimde ve son derece acıklı bir müzik eşliğinde görme fırsatımız olacaktı.
oysa bu kore (doğu) filminde ise domuz sahnesi son derece uzun tutulmuş. bir domuzdan kaçış gibi 5 silahlı askere karşı mücade ile kıyaslanamayacak derecede önemsiz görünen bir olay, on dakikaya yayılmış. bu manevi boyutta gerçekçidir, peşinizden gelen ölümcül bir yaban domuzundan kaçtığınız an, sizin için ömrünüzün en uzun saniyeleri olacaktır… o domuz size gelirken ayakta beklemek, devirmek için halatı gereceğiniz anı beklemek…
silahlı çatışma ise olur ve biter. anlıktır, ani karar alırsınız, ani hareket edersiniz. arkadaşınızın, silahdaşınızın ne yaptığını ancak göz ucuyla görebilirsiniz. ve elbette o halet içerisinde iken bir kızın vuruluşunu farketmeyeceksinizdir.
batı için bir elma yuvarlak ve kırmızıdır, doğu için ise sulu ve tatlı.
sosyal mesaj: bizim bir millet olarak tam olarak batılı olamayışımızın sebebi de bu olsa gerek.
korelilerin yarısının soyadı park kalan yarısı da lee anlaşılan, parklı bir yönetmenden hayatım boyunca kolay kolay unutamayacağım bir film izlemiş oldum. diğeri için:
(bkz: saibogujiman kwenchana) ”
twitter.com/cinorek
—————
Not: Bundan sonraki yazılarımın mail olarak gelmesi için sitenin sağ üst köşesindeki kutucuğa mailinizi yazıp gelen maili onaylamanız gerekmektedir. Güney Kore notlarım için:
G. Kore Gezi Kitabım
Laga Luga Yapanlar