çend tişt li ser abdel halim hafez


abdel halim hafez. ew kes li gel ummu gulsum, yek ji girîngtirîn stranbêjên misrê yên salên 50’an e. ne tenê li misrê, li hemû welatên rojhilata navîn di wê demê de pir popûler bûye. navê xwe weke misilman xûye dike lê bi rastî eslê xwe cihû ye.

piştî mirina wî 2.5 mîlyon kes bo cenazeyê kom bûne.
dema cenaze wî de hinek jinan întîhar kirine.
gotine: bê abdel halem jîyan nabe.

ji bo straneka abdel halim hafez ku min bo we hilbijart: ahwak

gava memko lavê xwe kuşt


memkoyê hêwilnak çavên xwe bi xofeka mezîn vekiriye. lavê vî di destên vî de rûhê xwe jê diçe. li serê vî xwînek diherîke ber bi stuyê vî.

yên bêjin memko lavê xwe bi destê xwe kuşt.
navê lavê xwe jî memko ye. memko lavê memko. memkoyê piçûk dibû ku bibûya mîratgirê eşîra şekakan.
ê niha bi awayekê bêdengî xêrhatina jiyaneka nû dike.

nehiştin. fitnekaran jehrkirin hişê bavê vî. êdî pir dereng e.

mirin hem tehl e hem şirîn e. hem xof e hem aramî ye. xûye dike ku tehl û xof bûna wê ji bavê re maye, memkoyê piçûk aramî û şirînî hilgirtiye û diçe.


nîgar: ilya repin, “ivan lavê xwe dikuje” (1581)

Edi Çok Mutsuzum


Keşke çocukken fazla mutlu olmayıp birazını da bu zamanlara saklasaydım. Lazım oluyor arada.” Cemal Yücel

Ben mutsuz olduğumda çocukluğumdan çok özel ayrıntılara giderim. Susam Sokağı da bunlardan birisidir.

When I am sad, tekrar tekrar izlerim:

Dünyayı Bir Fotoğrafa Koyup, Bir Kitaptan Dünya Çıkarmak


Geçmiş zamanlardı, kitaplarımız azdı. El yazmasıydılar, tek ve öz idiler. Ama az olan, az’lıklarında çoklukları içeren bu kitapları, çok çok okuyarak muazzam çokluklar yapardık.

Tacir amcası çocuk için uzak diyarlardan bir kitap ve bir şamdan getirmişti, hediyelik. Çocuk kitabı aldı. Onu okudu, bitirdi. Okumaya o kadar çok açlık hissetti ki, bir daha okudu aynı kitabı. Bulamayınca gayrı kitap, açlığını hep aynı kitapta giderdi. Ve o okudukça kitap yüceldi, Hikaye değerlendi.Öyle bir hale geldi ki, kitap çocukta filizlendi, orjinal halinden daha da öteye gitti. Çocuk sahip olduğu tek kitaba bir şerh yazmaya karar verdi. Kitap büyüdü. Bir mecelle iken 10 ciltlik bir şerh oldu. Çocuk kendine hakim olamıyordu, hikaye tohum açmıştı çocukta… Bir şey her şey olup akıyordu.

Sonra o vakitlerde az fotoğraf makinelerimiz vardı. Arkasına geçen abiler öyle bir ışık ayarlaması yaparlardı ki, dünya dururdu. yeryüzünün bütün şuaları akıp o kareye girmek isterdi…

Bir kitaptan çokluklar yaratan çocuğun aksine fotoğrafçı abinin görevi tam tersi istikametteydi. O, bir çok şeyi tek bir karede toplamak zorundaydı. O açlığını tek lokmada doyurmak mecburiyetindeydi. İnsanları bekledi. Işığı düşündü. Hikayeyi hissetti. Anı okudu. Ve tarihin bir noktasında düğmeye bastı. Zaman orada durdu. Her şey tek bir şeye inkilap etti..

Cinorek anlatıcısına yıllar sonra bu duyguları hissettiren geçmiş devirlerdeki o çocuğa ve o fotoğrafçı abiye çok teşekkürler…

644195_10200510114093762_392122640_n

1931 | AFGANİSTAN – Afganistan, Herat pazarında meşhur NG fotoğrafçısı Maynard Owen Williams’ın bu fotoğrafı için fotoğraf makinesi pozlayabilsin diye üç saniye boyunca kimse göz kırpmadı. (Fotoğraf: Maynard Owen Williams)

Kahraman Leningrad


İkinci Dünya Savaşı sırasında Leningrad şehri -diğer isimleriyle Stalingrad veya Saint Petersburg-  900 gün kuşatma altında kaldı. Hitler şehri açlıkla katletmek istedi. Stalin ise şehir halkını KURBAN olarak kullandı. Bir vakit Ladoga Gölü donmuş iken şehri tahliye etme imkanı olan Stalin, buna karşı çıkıp şehir ahalisini kendi kaderiyle baş başa bıraktı. Sonuç: bir milyona yakın kayıp…

blockade

Ölümün en kötüsü açlıkla gelen ölüm olsa gerek. Sokakta bir cansız beden yatıyor. Vücudundan bir yerler koparılmış. Muhtemeldir aynı akıbete uğramamak için bir diğer şehir sakini tarafından kesilmiş. Bir anne açlıktan ölmek üzere olan çocuğu için son bir hamle yapıp yıllarca sevdiği kedisini kesip pişiriyor. Bilmiyorum bu halde kediyi çocuğuna yedirmek GÜNAH mıdır, yoksa SEVGİ mi…

Geriye şanslı çok az bir kesim kaldı. Belki de en şanssız olanlar onlardı. Her aileden muhakkak birileri gitti.  Geriye kalanlar ise resmi ideolojinin teneke madalyalarına dönüştürülmek istendi. Leningrad’ın canlı madalyaları… Her devletin yaptığı gibi bu kurbanlar da resmi ideoloji tarafından malzeme olarak kullanıldılar. Devletin oluşturduğu resmi tarih söylemine göre rol yapmaları istendi. Okullarda onlardan kahraman diye bahsedildi. Çocuklar müzelere götürüldükten sonra onların evlerine de götürüldüler. Her belediye başkanı reklam olur diye her yıl bir madalya gönderdi bu yaşayan ölülere.

Leningrad, KAHRAMAN LENİNGRAD OLDU….

Bu hafta Saturdox’da Leningrad Kuşatması’ndan günümüze hayatta kalanlarla ilgili bir belgesel gösterildi. 900 Gün adındaki belgesel çok etkilemiş olacak ki ben şu an burada bir şeyler yazmak için… titriyorum… yemek yiyemiyorum..

Kuşatmadan Kalan birkaç fotoğraf:

the-end-of-the-siege-sign-on-the-wall-says-citizens-this-part-of-the-street-is-more-dangerous-during-the-artillery-barrage-1944

eyeswideshut_wwii_part_14_004

eyeswideshut_wwii_part_14_005

leningradians-on-nevsky-avenue-during-the-siege-1942

Burada Anna Akhmatova’nın bu günler ile ilgili bir ağıdı var (İngilizce) Onunla yazımı tamamlayayım:

http://poetsagainstthewar.org/node/530

Ömer Doğan (Cinorek)

Yalandan Yazılmış Güney Amerika Tarihi


İspanyollar Güney Amerikayı altı yüz yıl önce işgal ettiler. Sonra işgallerine ‘uygarlık götürme’ süsü verdiler. Tıpkı bugün olduğu gibi yaptılar. Bu uğurda gerçek bir uygarlığı yok etmeyi göze aldılar. Orada müthiş medeni bir uygarlık vardı…
İnkalar öykülerini vakanüvislere anlattılar, vakanüvisler de onların öykülerini bozdular. Amerika kıtasında yazı kullanan ilk halk Mayalardı. Geniş kapsamlı yazılı tarihleri vardı. Ama İspanyollar bin beş yüzlerde tüm kitaplarını yaktılar. Vakanüvisler anlatılarında yamyamlığa ve insan kurban etmeye odaklandılar. Halbuki insan kurban edildiğine dair zerre somut kanıt bulunmadığını söyleyen yarım düzine arkeolog var: işte böyle yazıldı onların tarihleri…

Zaten yazılı tarih denen şey aldatmacanın dik alasıdır. Okulda öğrendiklerimiz ya uydurmadır yada kimbilir kimlerin ihtiyaçlarına göre yeniden yazılmıştır.  Bu her yerde böyledir.

İki gün önce İstinye sahilinde bankta oturmuş bir Afrika’lı amca gördüm. Kuzey Afrika’dan olacağını tahmin edip biraz Arapça muhabbet ederiz diye yanına oturdum. Zaten Türkiye’ye gelen Arap turistlerin çoğu Arapça’dan başka dil bilmezler ya o başka bir ironi…

Evet Sudan’lıymış. şiveden dolayı anlamakta biraz zorlansam da yine de bir hayli şeyden bahsettik; özgürlüklerden, siyasetten, recep tayyip erdoğandan, mezheplerden… En son sözü Güney-Kuzey Sudan mevzusuna getirdim. Geçenlerde okuduğum bir kitaptan da destek alarak Güney’lilere yani Hristiyanlara zulüm ettiklerini ima ettim. Aldığım cevap cok açıktı:

”Kulluhum leyse sahihun” yani;

”Tamamı yalan…”

Ne diyeyim yazılı Tarih işte. Sudan’lıların da kendilerine göre yazılı tarihleri var, tıpkı Türkiye Cumhuriyeti’nin olduğu gibi…

Eski Mahalleler



eski mahalle

Cinorek olarak bugün Osmanlı mahalle olgusu ve hane düzeni hakkında birkaç detay irdeleyelim;

Genel olarak bir tanımlama yapmak gerekirse, ihtiyaçları paylaşma gereksinimi öncelikle haneyi, daha sonra hanelerden oluşan mahalle olgusunu meydana getirmiştir. Bu ihtiyaçlar mahalle ölçeğinde; ibadet yeri, toplanma meydanı, sağlık desteği sağlanan yer, okul gibi şeylerdir. Ve mahalle de bu birimler etrafında yayılan bir adadır. Bundan yola çıkarak günümüz mahalle ölçeklerinin, bir hayli büyük olduğunu saptayabiliriz.

Bu yazının devamını oku